hakkımızda                           irtibat           

  Anasayfa  

Bilim 

İLİM VE BİLİM DAYANIŞMASI / 3. Bölüm

Peki, varlıklar her durumda küçüklük niteliklerini korurlarsa, bunların sonradan olma varlıklar olduklarını nasıl kanıtlayacaksın?' İmâm (a.s) Buyurdu ki: ' Şu anda varolan objektif alemle ilgili konuşuyoruz. Eğer bu objektif alemi ortadan kaldırırsak ve onun yerine başka bir evren yerleştirsek bu, ortadan kaldırdığımız ve yerine başka evreni yerleştirdiğimiz alemin sonradan var olma bir varlık olduğundan başka bir şeye delalet etmez; ancak ben sana bizi kanıtlarınla susturmayı planladığın yöntemi esas alarak cevap vereceğim. Biz diyoruz ki: 'Varlıklar eğer küçüklük nitelikleri üzere devam ederlerse, zihinlerde sürekli şöyle bir düşünce yer alır:Bir varlık ne zaman kendisi gibi bir varlığa katılırsa daha büyük olur. Hacminde değişikliğin meydana gelmesini zihinsel olarak caiz gördüğümüz anda onu öncesizlik kategorisinden çıkarmış oluruz ve değişime uğraması da sonradan olma varlıklar sınıfına girmesi demektir. Senin için bundan başka çıkış yolu yoktur ey Abdülkerim. ' Adam bu cevap karşısında tartışmayı kesti, utanç içinde başını öne eğdi.

Bir sonraki sene onunla Kabe'de bir kez daha karşılaştılar. İmâm'ın Şiasından bazıları dedi ki: 'İbn Ebi'l-Avcâ Müslüman olmuş. 'İmâm (a.s) buyurdu ki; 'O kördür; Müslüman olamaz.' Adam İmâm (a.s)'ı görünce 'Efendim, Dostum' dedi. İmâm (a.s) 'Buraya niçin geldin?' dedi. Adam dedi ki' 'Vücudun alışkanlığından ve memleketin geleneklerinden dolayı geldim. 'İmâm (a.s) dedi ki 'Sen hala eski inadın ve sapıklığın üzeresin ey Ebu'l-Avcâ'!

Abdülkerim söylenerek oradan ayrıldı. İmâm (a.s) buyurdu ki: 'Hacda kavga ve mücadele olmaz.' Sonra hırkasını eliyle silkeledi ve dedi ki; 'Eğer senin dediğin gibiyse –ki senin dediğin gibi değildir- bizde sen de kurtulduk. Ama yok bizim dediğimiz gibiyse -ki bizim dediğimiz gibidir- biz kurtulduk, sen helak oldun. 'Bunun üzerine Abdülkerim yanındakilere dönerek: 'Kalbimde bir ağrı hissediyorum beni geri götürün.' Adamları onu oradan uzaklaştırırken öldü."

 Günümüzde bir teoremin doğruluğunu veya yanlışlığını ispat ederken dört tip ispat tekniği kullanılır.

Bunlardan birincisi; görüşün veya teoremin doğruluğunu kabul ederek; koşulların ve koşulların ortaya çıkardığı sonucun teorem veya görüşle çelişip çelişmediğini inceleyen "Doğrudan İspat Yöntemi"dir.

İkinci yöntem; "Ters Durum İspatı"dır. Bu ispat genel olarak P ve Q birer önerme olmak üzere, P; Q'yu gerektiriyorsa; Q önermesinin sağlanmadığı durumlarda P ninde gerçekleşmeyeceğini göstermeye dayanır. Daha sözle bir ifadeyle açıklamaya çalışırsak; bize verilen kabullerden yararlanarak istenileni bulmak yerine, istenilenin olmaması (değilinin olması durumunda); kabullerimizin de olamayacağını (yani değillerinin doğru olması gerektiğini ) göstermeye dayalı bir ispat tekniğidir.

Yöntemlerden üçüncüsü "Olmayana Ergi (Çelişki) Yöntemi"dir. Bu yöntemde bir teoremin doğru olduğu biliniyorsa yanlış olduğu varsayımından bir çelişki elde edilip, teoremin doğruluğu ispatlanır.

En sonuncu yöntem ve daha çok sayısal verilerde ve formülsel olarak ifade edilen teoremlerin ispatında kullanılan yöntem ise Tümevarım yöntemidir. Bu yöntemde kısaca parçaların koşullarından hareketle bütünü tanımlama esasına dayanır. Eğer bir parçacığını "k" olarak tanımlarsak; 1 tamsayısı ve "k" nın koşulları gerçekleştirmesi varsayımından hareketle "k+1" inde koşulları sağlayıp sağlamadığı esasını incelemeye dayanır. Veya bütünün bir parçası koşulları gerçekleştirmiyorsa, bütünün tamamının koşulları gerçekleştirmediğini ifade etmektir.

Şimdi tekrar İmâm Cafer-i Sâdık (a.s)'la Ebu'l-Avcâ arasında geçen diyaloga ve İmâm (a.s)'ın ona Allah-u Teâlâ'yı ve yaratılış hakikatlerini ispat ederken kullandığı yöntemlere dönersek; hadisin başlangıcında geçen, İmâm (a.s)'ın Ebu'l-Avcâ'ya "Biri tarafından yaratılmış mısın, yaratılmamış mısın?" sorusunun devamında İmâm (a. s)’ın Ebu'l-Avcâ'nın "Bilakis ben biri tarafından yaratılmamışım." sözünü hipotez olarak kabul ederek; "Öyleyse, söyle bakalım yaratılmış olsaydın, nasıl olurdun?" diyerek varsayımının yanlış olduğundan hareketle; sonucun varsayımın koşullarının gerektirdiği sonuçla uyuşmadığını, Ebu'l-Avcâ'nın yaratılmış cisimlerden farklı özelliklere sahip olması gerekirken, sahip olmadığını "Olmayana Ergi Yöntemi" ile ispat etmişlerdir.

Rivayetin devamındaki Ebu'l-Avcâ'nın soru sorması olayında ise; İmâm (a.s) Ebu'l-Avcâ'nın "Bana öyle bir soru sordun ki, senden önce kimse böyle bir soruyu sormamıştı ve senden sonrada kimse benzeri bir soru soracak değildir." sözünün kendi görüşüyle çeliştiğini "Üstelik ey Abdülkerim, bu sözlerinle sen kendinle çelişiyorsun. Çünkü sen varlıkların ezelden beri eşit konumda olduğunu ileri sürüyorsun. Peki o zaman nasıl oluyor da bazı şeylere öncelik bazılarına da sonralık niteliğini yakıştırıyorsun?" diyerek Doğrudan İspat Tekniğini kullanarak kanıtlamıştır.

Rivayetin devamındaki kese örneği bölümünde ise İmâm (a.s) vasıflarını bilmediği dinarın kesede olmadığını iddia edemeyeceği gibi; evrende var olup da vasıflarını bilmediği bir şeyin de var olabileceğini ve böylelikle vasıflarını bilmediği, nakıs aklıyla hakikatini kavrayamadığı Allah-u Teâlâ'nın da varlığını inkar edemeyeceği gerçeğini "Ters Durum İspatı"yla kanıtlıyor.

Hadiste dikkat çeken hususlardan bir tanesi de matematikçilerin bile tam olarak tanımlamakta güçlük çektiği "sonlunun karşıtı, sayılamayan limit alma işlemiyle yaklaşılamayan uzaklık, bitmeyen, verilen parametreye göre değişken olan ama herhangi bir fonksiyon sonucu hesaplanamayan sayı" türünden kısır açıklamalarının yanında; İmâm (a.s)'ın çok kısa ve tüm bunları içine alacak kadar özlü bir biçimde sonsuzluk kavramını insanlara kadimlik olarak "durumsal değişikliğe uğramayan, bir şeyler eklenip büyütülmesi veya alınmasıyla azaltılması mümkün olmayan, sonlu olmak kavramıyla aynı vasıfları taşımayan" bir kavram olarak açıklaması dikkati çekiyor.

İmâm (a.s)'ın tevhide getirdiği bilimsel bakış açısının ve ispatlarının bir benzeri, Allame Tabatabai'nin İslam'da Şia adlı eserinde göze çarpıyor. Tabatabai Allah'ın birliği konusunda şunları ifade etmiştir.

"Nasıl ki herhangi bir hacmi ve oylumu sınırsız farz edersek, onun dışında diğer bir oylum düşünülemez. Düşünülse bile birinci hacim aynen kendisi olacaktır. Sonsuz ve sınırsız varlık hakkında da sayı ve rakam düşünülemez. Çünkü herhangi bir ikinci düşünülmek istenirse, birincinin dışında ve onunla farklı olmalıdır. Ve böylece her ikisi de sınırlı ve mütenahî varlık olacak ve her birisi diğerinin gerçeğine sınır ve mahdudiyet getirmiş olacaktır. Öyleyse yüce Allah birdir ve ortağı yoktur. " 

Allame Tabatabai'nin açıklamaya çalıştığı hakikat basitçe hepimizin ilk okulda bile gördüğü kümeler kavramıyla da izah edilebilir. Şöyle ki; küme kavramı basitçe nesneler topluluğu olarak ifade edilir. Biz sonsuzluğu her şeyi kapsayan bir küme olarak izah edersek; cisim olarak düşünülmemek kaydıyla sonsuz ve her şeyi kapsayan Allah'tan başka bir yaratıcının bulunması için, O'ndan farklı vasıfları ve sınırları olması icap eder. Bu sınırların içinde olması ve Allah'ın yarattıklarından birisi olması demektir. Bu sınırların içinde olması demek onun yaratış sınırının içinde olması ve Allah'ın yarattıklarından birisi olması demektir. Böyle bir durumda da böyle birisi zaten yaratıcı olamaz.

O'ndan farklı sınırlarının olması demek; sınırlarının Allah'ın sınırlarını kapsaması ve bu durumda haşa Allah'ın yaratıcısı olması demektir ki, evrende O'nun yarattığı şeyler dışında bir şey yoktur. Tüm mülk Allah'ındır, mülkünde ortağı yoktur. Keza öyle olmasaydı vasıfların çatışmasıyla denge bozulur, varlık aleminin kendisini devam ettirmesi bile mümkün olmazdı. Ayrıca bu sonsuzluk kavramında Allah-u Teâlâ'nın rakamla bir olmadığını, birliğinin sıfatlarından ve yaratıcılığından kaynaklandığı görülür.

Bunlar düşünüldüğü zaman, akla hemen Hz. Ali (a.s)'ın buyurduğu bir söz geliyor. Bir adam kendisinden nefsini günahtan alıkoymasını gerçekleştirebilmek için bir şeyler söylemesini istediğinde; adama "Allah'ın mülkünden başka gidebilecek bir yer bulursan günahı orda işle. Allah'ın nimetinden yiyip, içmeden yaşamını devam ettirebileceksen istediğin kadar günah işle. Allah'ın yarattığı atmosferden soluk alıp vermeyeceksen istediğin kadar işle…" diyor. Ne kadar aciziz ki; bırakın inkar edip, O'na karşı gelmeyi, güç gösterisinde bulunmayı, sınırlarını aşıp, mülkünden ve huzurundan uzaklaşma hatta bazen insanların arasında boğulduğunuzu hissedip, yalnız kalmak, Allah'ın yarattıklarından uzaklaşmak, Rabbelalemin'le yalnız başınıza halvet etmek istediğinizde; gece ve gündüzlerinde böyle bir vakti bulamadığımız zamanlar bile oluyor.

Bilim her gün Allah'ın bir hükmünün hikmetini açığa vururken; ilerleyen zaman Allah Resulü (s.a.a) ve Ehlibeyti (a.s)ın faziletlerini anlamamızda ne kadar yol kat edecek o da bilinmezlerden bir tanesi galiba…

Allah Resulü (s.a.a) ve Ehlibeyti (a.s)'ı tanımayı, Kur’an-ı Kerim'de "el-Urvetü'l-Vüska " Allah'ın sağlam ipi olarak tanıtılan hidayet elçilerine uymayı ve ayaklarımızı bu yol üzerinde sabit kalmasını nasip etsin cümlemize inşallah.

tahire14@hotmail.com

1 / 2 / 3

Geri dön

   
  Gündem    

 

HZ. ALİ İLE YÜCELMEK  31.08..2005

İmam Ali’nin (a.s) melekutî ve gerçek çehresini görebilmek ve böylesi yüce bir kişiliğin varlıksal boyutlarını anlayabilmek hakîler için oldukça zordur. Her bilge, arif ve filozof, tam anlamıyla hakkın yansıması olan Hz. Ali’yi (a.s), ancak kendi varlık hicabı ve sınırlı varlık aynası oranında anlayabilmiş ve algılayabilmiştir.

 


FATIMA (s.a) YAŞAMIMIZIN NERESİNDEDİR 27.07.2005 

Allah’ın kadınlara verdiği en büyük lutuf, şeref ve izzet Fatıma gibi bir şahsiyetin kadın oluşudur. Bu değerleri göz önünde bulunduran aziz İmam (r.a.), günümüz dünya kadınlarına Hz. Fatıma’nın viladeti münasebetiyle “Dünya Müslüman Kadınlar ve Anneler Günü”nü hediye ederek yılda bir kez de olsa kendimizi muhakeme etmemizi istemiştir.


 

Resulullah (s.a.a.) ve Kur’an  29.04.2005

Hz. Muhammed’in (s.a.a) en büyük özelliklerinden biri Allah’ın, Kur’an’ı O hazrete öğretmesi ve Kur’an’ı, O’nun mubarek kalbine indirmiş olmasıdır. Resulullah’ın (s.a.a) ilmi siresinin azametini tanımanın tek yolu Kur’an’ın hakikatini tanımaktır.


KURAN’DAKI RESULULLAH (S.A.A) 29.04.2005

1- Ahlak Sembolü : Ahlak, insanın gerçek kişiliğini oluşturur; hem bu dünyada, hem kabir aleminde, hem de ahirette insandan ayrılmayan devamlı yanında olan sıfatlarıdır. İnsanın kimliğini onun ahlakı oluşturur, insanın soyunun nasıllığı da bu kimliğinden belli olur.


 

  Siyaset    
  Bilim    
  Yazı Dizisi    
  Kültür - Sanat    
  Soru - Cevap    

 

MUHARREM ÖZEL

 

   

 

IMAM HUMEYNI

 

 

 

İmam Humeynİ`nİn BİLİNMEYEN YÖNÜ 04.06.2005 

Tarihde iz bırakmış nadir insanlar vardır; bazen yaptıkları hizmetler ve insanlığa sunduğu yeniliklerle anılırlar, bazen ise insanlığa yapmış oldukları zulüm, baskı, katliam ve ihanetle isimlerini tarihin karanlık sayfalarına yazdırırlar  

SİYASET            

İslamda Devlet Sistemİ

İnsan toplumun temel ihtiyaçlarından biri, toplumu idare edecek, toplumun işlerini düzene koyacak, birey ve toplumun menfaatlerini koruyacak bir devlet ve hükumettir.Toplumun  ve fertlerin çıkarlarını korumak, bireylerin karşılıklı vazifelerini belirlemek...

 

KÜLTÜR            

HUNTİNGTON’NUN YENİ SENARYOSU

1993 yılında Medeniyetler Çatışması (The Clash of Civilizations) adlı tezinin Foreign Affairs´te yayınlanmasından sonra o güne kadar stratejilerini sessizce üreten Harvard Profesörü Samuel P. Huntington, 1996 yılında bu tezinin kitap haline getirilip aynı adla dünya dillerinde basılmasının ardından geleceği en iyi analiz edebilen bilim adamı olarak lanse edilmeye başlandı. 26.06.2004